代写范文

留学资讯

写作技巧

论文代写专题

服务承诺

资金托管
原创保证
实力保障
24小时客服
使命必达

51Due提供Essay,Paper,Report,Assignment等学科作业的代写与辅导,同时涵盖Personal Statement,转学申请等留学文书代写。

51Due将让你达成学业目标
51Due将让你达成学业目标
51Due将让你达成学业目标
51Due将让你达成学业目标

私人订制你的未来职场 世界名企,高端行业岗位等 在新的起点上实现更高水平的发展

积累工作经验
多元化文化交流
专业实操技能
建立人际资源圈

Mustafa_Kemal

2013-11-13 来源: 类别: 更多范文

ÇANAKKALE SAVAŞLARI SIRASINDA BASININDA MUSTAFA KEMAL Y. Doç. Dr. Ahmet Esenkaya Önsöz Tarihi bilmek, düne ait olanları öğrenmek anlamına geldiği kadar, ‘erken uyarı sistemi’ anlamına da gelmelidir. Çünkü ‘erken uyarı sistemi’nden kasıt sadece bilgilenme değildir. Bilakis ‘tarih bilinci’ dünü iyi yorumlama, ibret alma, dünün olumlu-olumsuz yönlerini iyice öğrenip geçmişten ders çıkarma, daha önce düşülmüş hatalara bir daha düşmeme gibi, her devrin insanına pek çok ve bedelsiz hizmetler sunar. Onu okumayı bilirsek, o hizmetlerden yararlanabiliriz. Bir de tarihte liderler vardır ki onları anlamak, onlara varis olmak, onlardan istifade etmek de bedelsizdir. Ama önce onları ön yargısız okumak, ders almanın birinci şartıdır. Anlamaya çalışmak, anlayanı okumak, düşünmek, karar vermek ve uygulamaya koymak. Hele uygulamaya konamayan bir bilginin ne kadar kıymeti olduğu har zaman tartışmaya açıktır. Burada özellikle Çanakkale’de tarih sahnesine çıkan Mustafa Kemal’in tarih hakkındaki şu sözleri ne kadar manidardır: “Bir milletin ne gibi meziyetlere ve kabiliyetlere sahip olduğunu anlayıp öğrenebilmek için, o milletin idarecilerinin insanlık tarihini ve bilhassa milli tarihini çok okumuş ve hazmetmiş olması şarttır. Başarılı olmanın birinci sırrı burada bulunmaktadır. Aksi takdirde, idare edenler hüküm ve kararlarında daima başarısızlığa uğramaya mahkûmdurlar.” Giriş Atatürk’ü anlamak, bir bilim insanı için belki en anlamlı uğraşlardan biridir. Mustafa Kemal Bey, Çanakkale’de 19’ncu İhtiyat Tümen Komutanı Kurmay Yarbay idi ve aynı zamanda ilk günkü (25 Nisan 1915) Anzac saldırısının karşısındaki ‘kaderin insanı’ydı. Çünkü o, 261 rakımlı tepede bekliyordu, vatanını harim-i ismetini çiğnetmemek için. Üstün başarılar gösterdi. Peşinden 1 Haziran 1915’te Albaylığa terfi etti. Hele 8 Ağustos 1915 günü kendisine 5’nci Ordu’dan teklif edilen yeni görevi kabul ederken sadece bir şey istedi: Anafartalar Grup Komutanlığı. Rütbesi kifayet etmediği için yetki istedi ve karşı taraf pek de gönüllü olmamakla beraber, “çok değil mi'” sorusunu yöneltince, o da “az bile gelir” diyerek, azim ve kararlılık gösterişiyle beraber, bu en kritik görev omuzlarındaydı artık. Bu görevini de hakkıyla yerine getirdi. Çanakkale’den zaferle dönenler, evlerine döndüklerinde evlatlarına, herkese Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’i anlattılar, Samsun’dan itibaren de yine Mustafa Kemal’in yanından hiç ayrılmadılar. Çünkü Mustafa Kemal, başta tam bağımsızlık olmak üzere, onlara yeni pek çok şey vaat ediyordu ve o ana kadar da her dediğini yapmış birisiydi. Bu çalışmada birinci bölümde Birinci Dünya Savaşı sürecinde Türk basınında sansür ve işleyişi; ikinci bölümde Çanakkale cephesindeki Mustafa Kemal’in ortaya koyduğu enerji; üçüncü bölümde de tüm sansürlere rağmen basında yer alan Mustafa Kemal’in fotoğraf ve bilgileri dönemin medyasından taranarak aktarılmaya çalışılmıştır. Birinci Dünya Savaşı Sürecinde Türk Basınında Sansür Türk basın hayatı, 1 Kasım 1831’de devletin resmi yayın organı olan Takvim-i Vakayi ile başlayıp, kısa sürede yayın hayatı canlanınca, 1864’te devlet eliyle basın-yayın işlerinin düzene konması lüzumu ortaya çıkar. Gelişmeler Matbuat Nizamnameleri ile Matbuat Müdürlüğü gibi hukuki ve idari oluşumları doğurur. Yönetim ile basın arasındaki anlaşmazlıklar/zıtlaşmalar, sansür adı verilen yasaklayıcı girişimlerle çok büyük oranda yönetimin lehine sonuçlanır.[1] II. Meşrutiyet’le beraber her alanda olduğu gibi basın alanında da büyük gelişmeler yaşanır. Pek çok gazete ve dergi yayın hayatına katılır. Fakat bütün bu olumlu gelişmeler İttihat-Terakki yönetiminin devreye girmesiyle bir hayli frenlenir. Dönemi tanımlayan bazı yazarların ortak tanısı şöyledir: “1914–1918 devresinde savaş dolayısıyla askeri sansür hüküm sürmüş, gazete ve dergilere girecek bütün yazılar, bassından önce görülmüş ve izin verilenler basılabilmiştir.” [2] “I. Dünya Savaşı ile birlikte basın üzerine zorunlu bir kontrol getirilir. Sıkıyönetim ve kâğıt sıkıntısının da etkisiyle pek çok gazete kapanır, kapatılır. Sadece iktidardaki İttihat ve Terakki yanlıları ayakta kalır: Tanin, Sabah, Tasvir-i Efkar v.b. gibi. Savaş boyunca iktidarın açıklamaları dışında bir şey yazmak olanak dışıydı.”[3] “Sansürün çizdiğini ya da çıkardığını yayımlayan gazetenin kapatılacağı, sorumlu müdürün Divan-ı Harb-i Örfi’de süründürüleceği, daha kötü akıbetlere düşürüleceği sık sık ihtar edilir.”[4] Neticede I. Dünya Savaşı’na katılımla beraber 1914- 1918 yıllarında basın tamamen İttihat-Terakki hükümetinin denetimi altına girer.[5] O kadar ki: “İttihatçı-ların güdümü altındaki basın, Alman savaş mekanizmasının ezici gücü hakkında ellerinden gelen yazı ve resimleriyle Alman gazetelerini gölgede bırakıyordu. Denebilir ki, Osmanlı basını Alman başarılarını göklere çıkarmakta şaşılacak bir çaba harcadı.”[6] Bütün bu gelişmelere rağmen yine de gazete ve mecmualar, halkın tek haber alma kaynağı olmuş; tirajlarında da büyük artışlar görülmüştür.[7] Seferberliğin ilanıyla başlayan süreçte Matbuat-ı Umumiye Müdüriyeti tarafından ordu ve onun mensupları aleyhine makale yayımlayıp, nutuklar verip, beyanda bulunmanın, Hükümet’e haber verilmeden her türlü faaliyette bulunmanın ve ordudan izin alınmadan ilave yayınlamanın, askeri sansürden geçmeden askeri ve siyasi haberleri gazetelere vermenin yasak olduğu bildirilmiş ve bu tür uyarılar sürekli periyodik olarak tekrarlanmıştır.[8] Avrupa üzerinde savaş bulutları dolaşmaya başlayınca 7 Eylül 1914’de Matbuat Kanunu’nun 33. maddesi değiştirildi. Maddenin ilk şekline göre seferberlik sırasında ve savaş tehlikesi bulunduğu zaman kara ve deniz kuvvetlerinin harekâtına, devletin savunma yöntemlerine ilişkin yayında bulunmak Sadrazamlık buyruğuyla yasaklana-biliyordu. Buna uymayanların para ve hapisle cezalandırılması öngörülüyordu.[9] İlgili 33. maddenin aldığı son şekli: “Barış ve seferberlik zamanında Harbiye ve Bahriye Nezaretleri’nden yayımlatılacak bildirim ve yönergelerden ve askeri yönetim sansür memurları tarafından yayımlanmasına izin verilen haberlerden başka, kara ve deniz kuvvetlerinin yürütecekleri harekâta ve devletin savunma yöntemlerine ilişkin makaleler veya yazılar ya da askeri haberler yayımlayan gazete veya derginin sahip ya da sorumlu müdüründen yüz yüzlük Osmanlı altınından beş yüzlük Osmanlı altınına kadar para cezası alınır. Belirtilen hususlara aykırı hareket eden gazete ya da dergi sahibi ya da sorumlu müdürü yayımlanan haberin kaynağını ve kimin verdiğini bildirmek zorunda olup bundan kaçınanlardan para cezasının üst sınırı alındıktan başka bir aydan üç aya kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”[10] Savaşa girdikten sonra da “Başbakanlık Vekâlet-i Celilesi’nden Matbuata” başlıklı tebliğde de “düşmanlarımızla cereyan edecek vak’a-i harbiye hakkında her gün Karargâh-ı Umumiden matbuata malumat verileceğinden bu babda başka guna neşriyat ve beyanatta bulunanlar her kim olursa olsun menbaı, kimden istediği sorulmayarak hemen derdest ve en ağır ceza ile tecziye edilmek üzere Divan-ı Harb-i Örfi’ye tevdi’ olunacaktır”[11] uyarısı, hükümetin basındaki kontrolünü artırdığının bir diğer göstergesidir. 61 maddelik Sansür Talimatnamesi’nin 51-59. maddeleri basın sansürü ile ilgilidir: “Madde 50. Bütün basının sansür buyruklarına uymaları zorunludur. Aksi şekilde hareket eden gazete ya da ajanslar ya derhal tümüyle kapatılır ya da geçici süre ile kapatılarak cezalandırılır. Tümüyle kapatılanlar bir daha hiçbir isimle tekrar çalışamaz. Sorumlu müdürleri de Divan-ı Harb-i Örfi’ye gönderilir. “Madde 51. Seferberliğin devamı süresince yeniden hiç bir adla hiçbir gazete ya da ajans (bülten) yayımlanamaz. “Madde 52. Her türlü ekler ve edisyon biçiminde yeni baskılar yasaktır. “Madde 53. Dışarıdan gelen ve sansür elinden geçmeyen hiçbir telgraf ajansı yayınlanamaz. …………. “Madde 55. Sansür tarafından çizilmiş olan veya imzalanmamış bulunan maddelerin yayımlanması, o gazete ya da ajansın dağıtılmasını (lağvını) ve müdürünün Divan-ı Harp’e gitmesini gerektirir.”[12] Uygulanan sansürler sebebiyle – pek çok yasaklayıcı hükümlerle beraber[13]– ya gazetelerin basılması gecikmiş, ya da bazı sütunlar boş çıkmıştır. Savaş döneminin ekonomik şartları, gazete ve mecmuaları sayfa sayısında azalmalara, ebadında küçülmelere[14] zorlarken bazen de periyodik yayınlar yapamamaya itmiştir. İşin daha vahim tarafı ise, İstanbul ile birlikte, Anadolu basınının[15] da en az yarısı yukarıda sayılan olumsuzluklar yüzünden yayın hayatına ara vermek zorunda kalışıdır. Basın, sansür ve hükümetten gelen yardımların etkisiyle tarafsızlıktan büyük oranda uzaklaşmıştır. Para ve kâğıt sıkıntısı Almanya’nın yardımıyla giderilmeye çalışılırken, basın ilkelerinden de büyük ödünler verilmiştir. Mustafa Kemal Çanakkale Cephesinde Mustafa Kemal'in 25 Ocak 1917 tarihli Osmanlı Harp Tarihi Şubesine aktardığı metinde Çanakkale’deki yeni görevi ile ilgili olarak şu cümleleri kurar: “Sofya'da askeri ataşe iken, Tekirdağı'nda kurulmasına çalışılan 19. Tümen Kumandanlığına getirildim. Henüz tümenin istendiği gibi kurulmasına zaman kalmadan, İtilaf devletlerinin Çanakkale Boğazı aleyhinde tehditkâr bir vaziyet almaları üzerine, (25 Şubat’ta) Tümen’in yalnız 57. Alayı ile Maydos'a hareket emrini aldım…Maydos’ta İstanbul’dan gönderilen 72. ve 77. Alayların Tümene katılmasıyla tümen yeniden kurulmuştur.”[16] İngiliz ve Fransız ortak filosu 19 ve 25 Şubat günlerinde Çanakkale Boğazı girişinin iki yanındaki istihkâmları bombaladı. Donanma toplarının tahribatını artırmak amacıyla karaya da birlikler çıkarıldı. Gelibolu yarımadasının güney ucundaki Seddülbahir'de, 27’nci Alay’ın 10. Bölük çavuşlarından Mehmet Çavuş, tüfeği kilitlenince elindeki taşla bir saldırarak ülke çapında ün kazandı. Mustafa Kemal bu olayın yayınlanmasına yardımcı oldu[17]. İtilaf devletlerinin ilk bombardımanı sırasında Çanakkale yöresindeki Türk güçleri iki ayrı komutanlığa bağlıydı. Gelibolu yarımadasının savunması Esat Paşa komutasındaki 3. Kolordu’ya bırakılmıştı. Boğaz kıyılarının karadan savunması da Cevat Paşa (Çobanlı) komutasındaki Çanakkale Müstahkem Mevkiine aitti. Mustafa Kemal, hem 3. Kolordu’ya hem de yarımadanın sahilinin savunulması açısından Mevki-i Müstahkem Komutanlığı’na karşı sorumluydu[18]. 18 Mart 1915 tarihinde İngiliz-Fransız ortak filosunun Boğaz'ı geçme girişimi Kilitbahir önünde başarısızlıkla sonuçlandı. Fransızların Bouvet ile İngilizlerin İrresistible' ve Ocean adlı savaş gemileri batırılıp birçoğu da hasara uğratıldı. Mustafa Kemal raporunda, “Bu tamamen bahrî bir harekettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa (Çobanlı) Hazretlerinin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alakam, dolayısıyladır… Düşmanın mağlubiyeti ile neticelenen...bu muharebe-i bahriyede kara mıntıkasının [Gelibolu yarımadasının güney sahili] muhafazası benim uhdemde idi." diye belirtmişti.[19] Bu güçlerinin yerleri ve komuta yapısı birkaç gün sonra değişti. İtilaf güçlerinin Çanakkale Boğazı'nı geçme çabaları sonuç vermeyince Enver Paşa çok kısa bir süre sonra gerçekleştirileceği tahmin edilen bir kara çıkartmasına karşı Boğazları savunmak için her türlü çabanın gösterilmesine karar verdi. 26 Mart tarihinde Liman von Sanders, kendisine önerilen ve Çanakkale bölgesindeki güçlerin tümünü kapsayacak yeni kurulmuş 5. Ordunun Komutanlığını kabul etti.[20] Gelibolu'ya ulaşınca Liman von Sanders, yine bir savaş planı ile geldi (veya yeni bir plan geliştirdi). Doğu Akdeniz'deki ajanlardan büyük çaplı bir İtilaf donanmasının saldırı hazırlığı içinde olduğunu öğrenmişti, ama hangi noktalarda karaya çıkmaya hazırlandıkları bilinmiyordu. Mevcut Türk güçlerinin Boğaz'ın tehdit altındaki girişinin iki yakasında çok zayıf bir biçimde yayılmış olduğuna karar verdi. Askerleri, yarımadanın kuzeyinde Marmara Deniziyle Ege Denizindeki Saros Körfezi arasında Bolayır berzahı, yarımadanın en güney ucu ile Asya kıyısında Boğazın girişi gibi üç farklı noktada topladı. Görece daha alçak olan Bolayır berzahını itilaf güçlerinin çıkartma girişimi için en uygun nokta olarak göreceklerini tahmin ediyordu.[21] Çünkü ona göre, buranın arazi yapısı güneydeki tepelik bölgeye oranla daha düzgündü ve II. Ordunun konuşlandığı Trakya'ya ve Karadeniz'den olası bir Rus saldırısına karşı İstanbul’u savunmak için bekleyen I. Orduya daha yakın sayılırdı. Daha sonraları Mustafa Kemal, Balkan savaşları sırasında bu bölgeye yakın yerlerde görev yaptığından, İtilaf güçlerinin yarımadanın güneyine çıkacağını tahmin ettiğini söyleyecekti.[22] 31 Mart 1915'te Mustafa Kemal'in yeni kurmay başkanı Binbaşı İzzettin (Çalışlar) günlüğüne şunları kaydetti: “Bugün Liman Paşa, Kolordu Kumandanı Esat Paşa'yla birlikte Maydos'a geldiler, bir ileri sahil mıntıkası tertibatı gördüler. 5.Ordu Kumandanı Liman Paşa, Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, Sahil Müfettişi Usedom Paşa, Donanma Kumandanı Merten Paşa, 3. Kolordu Kumandanı Esat Paşa, Anadolu tarafındaki Mürettep Kolordu Kumandanı Weber Paşa. Almanlar Boğaz müdafaasında emir kumandayı tamamen ellerine almak istiyor gözüküyor.”[23] Liman von Sanders kilit noktalarda Almanların bulunmasını yeğliyordu, ama bu durum Türk subaylarla aralarında sürtüşmelere neden oluyordu. Mustafa Kemal sonradan, Maydos’ta ilk kez Liman von Sanders ile tanıştırıldığı zaman onun kendisine, Bulgarların niçin harekete geçmediğini sorduğunu anlatacaktı. "Ben de ona, 'Çünkü Alman utkusuna (zaferine) güvenleri yok da onun için,' yanıtını verdim. 'Ya siz ne düşünüyorsunuz'' diye sorunca, ‘Bulgarların görüşlerini haklı buluyorum' dedim."[24] Bu cevap Sanders Paşa’nın hiç hoşuna gitmemişti. Yeni görevine başladıktan sonraki dört hafta boyunca Liman von Sanders ve maiyetindekiler, savunma hatlarını güçlendirmek ve askerleri eğitmek için var gücüyle gayret etti. İtilaf devletlerinin yalnızca deniz savaşından vazgeçerek ortak bir deniz-kara (amfibi) harekâtına girişmek üzere planlarını değiştirmelerinin yarattığı gecikmeden azami biçimde yararlanmaya çabalıyordu. İtilaf güçleri 25 Nisan 1915'te karaya çıktılar. Türklerin yoğun direnişine karşın üç noktada sahile ayakbastılar. Kuzeyden güneye doğru Arıburnu noktasına, yarımadanın güney uçunda Seddülbahir kalıntıları arasına ve Asya yakasında Kumkale yakınına asker çıkardılar. Üçüncü noktayı işgal eden Fransız askerleri kısa süre sonra geri çekildiler, ama İngiliz ve Fransızların Seddülbahir'den kuzeye, Arıburnu yöresindeki İngiliz ve Anzakların ise yarımadanın doğusuna ulaşma çabaları devam etti. Her iki yolun üzerinde birbirinden derin uçurumlarla ayrılmış çalılık/makilik tepeler mevcuttu. 25 Nisan 1915 günü sabahında Mustafa Kemal'in 19. Tümeni, yarımadanın öbür tarafındaki Arıburnu noktasından 8 kilometre uzakta Maydos yakınındaki Bigalı köyünde ihtiyat/yedek olarak bekletiliyordu.[25] Seddülbahir'den Arıburnu’na kadarki İtilaf güçlerinin öncü güçleriyle Albay Halil Sami komutasındaki 9. Tümen’in 27. Alayı karşılaşmıştı. Daha kuzeydeki Bolayır berzahında bulunan Liman von Sanders, Saros Körfezinde şaşırtma manevralar yapan İtilaf gemilerinden gözlerini ayırmıyordu. Halil Sami Bey, Mustafa Kemal'den Arıburnu noktasının doğusundaki tepeleri elde tutmaya yardım etmesi için derhal bir tabur göndermesini istedi. Mustafa Kemal süvarilerden ve Tümen Topçu Dağ Taburundan oluşan 57. Alayını sevk etti. Bu çarpışmayı anlatırken, bir tepeye tırmanıp arkadan gelen birliğini beklediği sırada 9. Tümenden geri çekilmekte olan askerlerle karşılaştığını söylüyor. Aralarında geçen konuşma: "Niçin kaçıyorsunuz'" dedim. "Efendim düşman!..." dediler. "Nerede'" dedim, "İşte!" diyerek 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. (Bu tepe daha sonra Conkbayırı adıyla anılacak olan yüksek bir tepeye doğru gidiyordu. Hakikaten düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlikle ileri doğru yürüyordu... Üstelik bana kendi askerlerimden daha yakındılar. Geriye çekilmekte olan askerlere dönüp konuşmak için beni neyin dürttüğünü bilmiyorum.) "Düşmandan kaçılmaz," dedim. "Cephanemiz kalmadı," dediler. "Cephaneniz yoksa süngünüz var," dedim. Ve bağırarak süngü taktırdım ve yere yatırdım... Onlar yere yatınca düşman askerleri de yattı. Kendimize zaman kazandık. [26] Mustafa Kemal kendi 57. Alayı ulaşınca, onlara düşmanın kuzey kanadına yönelmelerini emrettiğini söylerken, "Size ben taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve kumandanlar alabilir." dediğini anlatmıştı.[27] 57. Alayla girdiği çarpışmaların sonunda orada mevcut askerin neredeyse tümü şehit oldu.[28] 25 Nisan günü yapılan çarpışmalarda Mustafa Kemal çok önemli bir nokta olan Conkbayırı tepesini elde tutmayı başardı. Ertesi gece Arap askerlerden oluşan 77. Alay paniğe kapılıp kaçınca,[29] tam bir gün boyunca Mustafa Kemal'in konumu kritikleşti. Kısa zamanda yeni birliklerin gelmesiyle Arıburnu noktasını çevreleyen Türk hatları güç kazandı. 30 Nisanda 5. Tümen bir karşı hücum için onlara katıldı ve ağır kayıplarla geri püskürtüldü.[30] Bir gün önce Arıburnu'nun savunmasında üstlendiği görev için Mustafa Kemal’e Osmanlı ‘İmtiyaz’ nişanı verildi. Mustafa Kemal’in karargâhı adı olmayan bir dere yatağına bakıyordu ve Esat Paşa’nın kurmay başkanı Yarbay Fahrettin (Altay), buraya Kemalyeri adının verilmesini önerdi.[31] Liman von Sanders, Alınan Binbaşı Reimond'u, Mustafa Kemal’in kurmay başkanı atayarak cephenin bu tarafını gözetim altında tutmaya çalıştı. Ama Binbaşı İzzettin'den çok memnun olan Mustafa Kemal 15 Mayıs'ta Reimond'u gönderdi.[32] Ardı arkası kesilmeyen yoğun bombardımanlar dışında İtilaf güçleri hem Arıburnu'nda hem de daha güneydeki Seddülbahir’de siperlere ve zeminliklere sığınarak oldukları yerden kıpırdayamaz duruma gelmişlerdi. Fransızlar Asya kıyısında ellerinde tuttukları köprübaşını boşaltınca, onlara karşı duran Türk birlikleri, İtilaf askerlerinin güneydeki çıkarma noktasının kuşatılmasına yardımcı olmaya gönderildiler. Bu arada Bolayır yöresinde tetikte bekleyen askerler de Arıburnu'ndaki kuzey cephesine kaydırıldılar. Zaman içinde Suriye gibi uzak noktalardan bile yedek kuvvetler gönderildi. Sürekli olarak donanma bombardımanı altında kalan Türk askeri ağır kayıplar verirken, komuta düzeyinde entrikalar ve suçlamalar baş gösterdi. 3 Mayıs gibi erken bir tarihte Mustafa Kemal, kendi üstü olan Esat Paşa'yı atlayıp, başkomutan Enver Paşa'ya bir mektup gönderdi: Evvelce Zatıâlilerinize bu mıntıkanın bütün mıntıkalarla olan farkının önemini arz etmiştim. Maydos mıntıkası kuvvetlerine kumanda ettiğim zaman aldığım tertibat ile düşmanın karaya çıkmasına imkân verilmeyebilirdi. Von Sanders Paşa hazretleri bizi, bizim orduları, bizim memleketimizi tanımadığı ve layıkıyla araştırmada bulunacak kadar bir zamana sahip olmadığından, sahilde çıkarma noktalarını tamamen açık bırakacak tertibat almış ve bugün düşmanın karaya asker çıkarmasını kolaylaştırmıştır. Ben, Arıburnu arazisine düşmanın dört tugayı çıktığı zaman mıntıka kumandanlığını yürüten Albay Sami Bey tarafından haberdar edildim. Bu kuvvetin sol kanadına taarruz ettim ve hepsini denize döktüm. Fakat düşman aynı derecede kuvveti aynı mıntıkaya tekrar çıkardı ve karşı taarruz yaptı. Bunu def ettim. Tümenime katılan kuvvetlerle, tekrar üstün kuvvete taarruz etmekten başka bir çare bulamadım. Ve yine düşman kuvveti mahvedildi... Arazinin engelleri, maiyet kumandanlarının sevk ve idaredeki beceriksizlikleri yüzünden kati netice henüz elde edilemiyor... Vatanımızın müdafaasında kalp ve vicdanları bizim kadar çırpınmayacağına şüphe olmayan başta von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikirlerinin üstünlüğüne itimat etmemenizi kati surette temin ederim. Bizzat buraya teşrif eder, umumi vaziyetimizin icaplarına göre bizzat sevk ve idare etmen münasip olur kardeşim.”[33] Belki de bu çağrıya cevap olarak Enver Paşa 11 Mayıs’ta Gelibolu cephesini ziyaret etti ve Mustafa Kemal ile Kemalyeri karargâhında bir saat görüştü.[34] Komutası altındaki hırslı subayın daha yakından denetlenmesi gerektiğine karar vermiş olmalı ki, 17 Mayısta Esat Paşa denetimi doğrudan ele alacağını bildirerek kendi karargâhını Kemalyeri'ne taşıdı. Düşman birlikleri sahilde kımıldayamaz duruma gelmiş olduğundan Esat Paşa çarpışmanın birinci aşamasının başarıyla sonuçlandığını açıklayıp cepheye gelen tüm askerlere ve özellikle, "birliklerin en önünde yer alan 19. Tümenin Komutanı Mustafa Kemal'e" şükranlarını bildirdi. Kuzey grubu tarafından savunulan cephe artık üç bölgeye ayrılmıştı. Mustafa Kemal, grubun sağ kanadının kuzey bölgesinin komutanlığına getirildi.[35] 19 Mayıs’ta Türkler ordusu Arıburnu noktasındaki İtilaf güçlerine bir hücum düzenledi ve Türkler 3700’ü şehit toplam 10.000 kayıp verdiler. 23 Mayısta Mustafa Kemal'e Demir Haç nişanı verildi. Bununla o Almanlara yakınlaştırmak istenmişse, pek etkili olduğu söylenemezdi. Ertesi gün karşılıklı olarak şehitlerin ve ölenlerin gömülebilmesi için kısa süreli ateşkes ilan edildi. Binbaşı İzzettin (Çalışlar) günlü-ğüne "Meydan-ı muharebede binlerce şüheda gömdük" diye not düştü.[36] 29 ve 30 Mayıs günlerinde Mustafa Kemal, Conkbayırı'ndan aşağıya inen Sazlıdere adlı sel yatağına büyük çaplı bir hücuma kalktı. Çarpışmalar sabahın erken saatlerine kadar sürdü. Binbaşı İzzettin, "Müteaddit hücumlarımız muvaffakiyetle neticelenmedi. Külli zayiat verildi. Bu, İngilizlerin emniyetini arttırdı. Onların cüreti ise hiç yoktur. Hücum etseler, mahvetsek ve bir mukabil hücumla mevzilerine girsek pek iyi olur. Cengaverane hissiyatımız hamdolsun çok iyidir. Yalnız intizar/bekleme vaziyeti can sıkıyor,"[37] diye yazdı günlüğüne. Anzak'lar 5 Haziran’da saldırdılar ve geri püskürtüldüler ama kanlı kördüğüm çözülemedi. 1 Haziran’da Mustafa Kemal albay rütbesine terfi etti ve beş gün sonra Sofya'daki Alman ev sahibesi Hildagrad Christianus'a gururla bir mektup yazdı: “İnsan hayatta bazı dostlar kazanabilmek için olağanüstü çalışmak ve özverilerde bulunmak zorundadır. Örneğin siz bana sormuştunuz: (Siz ne zaman albaylığa terfi edeceksiniz') demiştiniz. Benim yanıtım şu olmuş-tu: "Bu, bir savaş meydanında kazanılır." Siz bana karşılık vermiştiniz: "Bunu kanıtlayınız." Sizin isteğinize uyarak beş günden beri albayım. Bundan başka zat-ı şahaneleri beni gümüş ve altın savaş madalyaları ile ödüllendirdiği gibi, Bulgar Kralı Ferdinand da Sen Aleksandr nişanının comander payesiyle ödüllendirdi. Benim için değeri büyük olan İmparator Wilhelm de beni Demir Salip nişanı ile ödüllendirdi. Bütün bu kazançlarımı sizin asil ilhamlarınıza borçluyum.”[38] Daha önce 17 Mayısta İstanbul'daki Corinne Lütfü'ye de bir mektup yazmıştı: “Bu ana kadar, aziz Corinne, hep muvaffak oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki daima da muvaffak olacağım. Burada benim ismimin duyulmamasına hayret etmemeli, çünkü ben mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuş'a şeref kazandırmayı tercih ettim. Tabii şüphe etmezsiniz ki, muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi, muhariplerin saflarında Mehmet Çavuş'u bulan da o idi.”[39] Corinne başkentin önemli kişileriyle görüştüğünden, Mustafa Kemal, siyasi ve askeri liderlerin durumları hakkında onun görüşlerini sorardı. Kendine bir fırsat yaratabilmek için tablonun bütününü görmek zorundaydı. İtilaf birliklerim bulundukları yerden çıkarmak için yapılan girişimlerin başarısızlığının bedeli ağır olunca, Osmanlı ordusunda yönetim değişikliğine gidildi. Orta bölgeyi elinde tutan 5. Tümen geri çekildi ve Mustafa Kemal'in 19. Tümeni biraz daha güçlendirilip cephenin daha geniş bir bölgesinin sorumluluğuna getirildi. Mustafa Kemal elindeki askerlerin bu görev için yeterli olmadığını belirterek itiraz edince, kuzey bölge Alman Yarbay Wilmer'e bırakıldı. Bu kez Mustafa Kemal kendi bölgesiyle Wilmer'in bölgesi arasındaki sınırı oluşturan Sazlıdere azmağının sorum-luluğunun paylaşılmasından dolayı iyi savunulamayacağını ileri sürdü.[40] Kullandığı üslup Esat Paşa'yı rahatsız edince, Binbaşı İzzettin karargâha giderek tümen komutanının üstlerine saygıda kusur etmeyeceği güvencesini vermek zorunda kaldı.[41] 5 Haziran’da Talat Paşa önderliğinde bir İttihat ve Terakki heyeti, Mustafa Kemal'in karargâhını ziyaret etti.[42] Ama resmî makamların bu yakınlığının ardından talihi ters dönüverdi. 29 Haziranda Enver Paşa aralarında Yarbay İsmet'in (İnönü) bulunduğu bir maiyetle Kemalyeri'ne geldi.[43] 29/30 Haziran gecesi İtilaf birliklerinin ateşini büyük çaplı bir saldırı olarak yanlış yorumlayan Mustafa Kemal, 19. Tümene saldırıya geçme emri verdi. Sonuçta neredeyse bin asker yaşamını yitirdi. Bu durum karşısında, Enver Paşa'dan Mustafa Kemal'e Liman von Sanders'in Esat Paşa aracılığıyla aktardığı bir sitem geldi. Mustafa Kemal, kendisine hücum için yetki verildiğini söyleyerek, subaylarını başlangıçta elde ettikleri başarıları sürdüreme-mekle suçladı.[44] Mustafa Kemal’in cephedeki davranışları tartışmalara yol açıp, geleceği konusunda bir soru işaretinin belirmesine neden olmuştu. Temmuzda tahtın veliahdı Yusuf İzzettin Efendi, Mustafa Kemal'in karargâhını ziyaret etti ve şaşırtıcı bir teklif yaptı. Ordu Personel Dairesi Mustafa Kemal'in tuğbay rütbesi ve ordu komutanı yetkisiyle Trablus kentine gidip gitmeyeceğini öğrenmek istiyordu.[45] Mustafa Kemal bu öneriyi düşüneceğini ve daha sonra İstanbul'da tartışabileceğini bildirdi. 20 Temmuzda, çarpışmaların durakladığı bir anda Corinne Lütfü’ye bir mektup daha yazdı: “Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür askerle-rim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka hususî inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirme-lerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice müm-kün: Ya gazi ya da şehit olmak! Bu sonuncusu nedir bilir misiniz' Dos-doğru cennete gitmek. Orada Allah'ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzularına tabi olacaklar. Yüce saadet.”[46] Bu arada Gelibolu'da Liman von Sanders, İtilaf devletlerinin içinde bulundukları çıkmazdan kurtulmak için başka noktalarda karaya asker çıkaracakları konusunda raporlar alıyordu. Bir yandan düşmanla karşılaşmaya hazırlanırken, öte yandan Türk subayların kırgınlıkları ve daha önemlisi Alman Elçiliğinde yoğunlaşan entrikalarla başa çıkmak zorundaydı.[47] Çanakkale cephesinin ikinci aşaması, İngiliz, Anzak ve Hint birliklerinin, Mustafa Kemal'in savunduğu Arıburnu noktasının kuzeyindeki Suvla Koyu'na çıkmalarıyla 6 Ağustos’ta başladı. Daha sonraları M. Kemal, saldırının tam olarak nereden geleceğim tahmin ettiğini söyleyecekti[48], ama Liman von Sanders dikkatim Bolayır kıstağı/berzahı ile Asya kıyısında Kumkale yakınlarına vermişti.[49] Gerçekten, Mustafa Kemal kendi sorumluluk bölgesinin öneminden söz ederken, Liman von Sanders yarımadaya yayılmış bütün noktalara yönelen tehlikeyi düşünmek zorundaydı. Kara çıkartması Arıburnu noktasında kuzeye doğru bir ilerleme ile desteklendi. Conkbayırı tekrar tehdit edilince Mustafa Kemal çocukluk arkadaşı Nuri'yi (Conker) 24. Alayın basında burayı savunması için gönderdi.[50] Gerçi Nuri, Conkbayırı eteklerinin savunulmasındaki gayreti övgüye değerdi. İtilaf kuvvetleri Suvla Koyu'nun sahiline yayılmaya başlayınca Liman von Sanders, Bolayır kıstağını koruyan iki tümene güneye inip koya bakan yamaçlardan İngilizlere karşı hücum düzenleme emri verdi. Ne var ki yedek kuvvetler bölgeye vardığında komutan Albay Feyzi, askerlerinin yirmi beş mili yürüyerek geldikleri için yorgun olduklarını ve tümünün bulunmaları gereken noktalara varamadıklarını bildirerek biraz zaman istedi. Emrinin yerine getirilmediğine kızan Liman von Sanders, Albay Fevzi'yi görevinden alıp yerine Mustafa Kemal'i getirdi.[51] Savaşın hemen bitiminde yayınladığı anılarında Liman von Sanders, Mustafa Kemal'den kısaca söz etti: “İlk askeri başarılarını Trablusgarp'ta kazanmış olan Mustafa Kemal, görev ve sorumluluk yüklenmekten kaçınmayan bir komutandı. 25 Nisanda kendi inisiyatifini kullanarak 19. Tümeniyle çarpışmalara katıldı ve düşmanı sahile geri püskürtmeyi başardı. Sonra üç ay boyunca sürekli şiddetli saldırılara alt edilmez bir direnişle karşı koydu. Böylece onun enerjisine ve kararlılığına tümüyle güvenmeye başladım.” Yeni komutanlık görevi kendisine Esat Paşa'nın karargâhı aracılığıyla İletilince, Mustafa Kemal, Arıburnu'nun kuzeyindeki tüm güçlerin kendi emrine verilmesini istedi. 5. Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Kazım (İnanç), bunun çok fazla olup olmayacağını sorunca, Mustafa Kemal, 'Tam tersine, az gelir," yanıtını verdi.[52] Liman von Sanders kısa bir kararsızlıktan sonra kabul etti[53] ve Mustafa Kemal. Suvla Koyunun kuzeyindeki Kireçtepe'den, güneydeki Conkbayırı'na kadar uzanan bölgeye yayılmış olan altı tümenin komutasını eline aldı.[54] Bölgenin tam ortasında Küçük ve Büyük Anafarta adını taşıyan iki köy vardı ve bu birliklere 'Anafartalar Ordu Grubu' adı verildi. 9 Ağustos’ta Mustafa Kemal komutayı ele aldığında Türk kuvvetleri zor durumdaydı. Ama o mutluydu. Daha sonra, "Dört aydır, o yerde, yani ateş hattından üç yüz metre geride cesetlerin taaffünleriyle (kokuşmalarıyla) bozulmuş bir hava teneffüs etmekteydim. O gece oradan saat on birde, zindan gibi zifiri karanlıklar içinde çıkınca ilk defa temiz bir hava karşısında bulundum," diye anlatacaktı.[55] Kurmay Başkanı Binbaşı İzzettin, Anafartalar Cephesinin güney ucundaki çarpışmaları anlatmıştı: "Uykusuz geçen bir geceden sonra 19. Tümenin sağ kanadı Conkbayırı için çarpışmaya başladı. Tepenin üzerindeki durum son derece kritikti... Neler olup bittiğini öğrenmek için giden bölük yaveri yaralandı. Yardımcısı Hakkı ise dizanteri teşhisiyle Lapseki'deki hastaneye kaldırılmıştı... Geriye kimse kalmayınca 19. Tümenin karargahındaki tüm işler durdu. …Hava iyi. Fecirde Conkbayırı'nda taarruz ve hücum başladı. Düşmanın püskürtülmesiyle neticelendi. Nazik olan vaziyet ıslah edildi. Kemal Bey'in faaliyet ve tesirinin semeresi görüldü. Hepimiz de geniş bir nefes aldık. Düşman Conkbayırı'nda gerek gemilerden ve gerekse karadan yaptığı obüs ve sahra mermiyatı adedi bihadd ü bihesaptır. 15.000 muhakkaktır. Bu kadar cehennemi ateşler içinde askerimiz kahramanca durarak harp etmiştir. Yorgunluk ve kafa sersemliği baki. Bu gece inşallah biraz rahat uyku uyumak ve kendime gelmek isterim. Bugün İtalyanlar da ilanı muhasamat eyledi. Yeni İtalyan kuvvetlerinin ihracını bekliyoruz.”[56] Conkbayırı'na karşı hücumu Mustafa Kemal bizzat yönetmişti. Daha sonraları, "Bütün insanlar, bütün yaratıklar yorgunluğa kapılır. Ama insanların dinlenmeden devam etmelerini sağlayan bir beyin gücü vardır," diyecekti. Askerlerine hücum emrini kamçısını kaldırarak vereceğini söylediğini de anımsıyordu, işareti verince, Türk askerleri süngüleri takılı olarak tepeye tırmanmışlardı. Çarpışma sırasında bir şarapnel parçası Mustafa Kemal’in göğsüne çarpınca parçalanan saati, yaralanmasını önlemişti. Yalnız derince bir kan lekesi bıraktı. Sonradan bu saati Liman von Sanders'e hatıra olarak verdi ve karşılığında Alman mareşalin aile armasını taşıyan saatini aldı.[57] 10 Ağustos’ta Mustafa Kemal savunduğu cephenin güney ucundaki yamaçların denetimini kazandı. 16 Ağustos tarihinde askerleri, İtilaf güçlerinin kuzeydeki Kireçtepe'ye yaptığı saldırıyı bozguna uğrattı. Bundan sonra itilaf güçlerinin sahilde kıstırıldıkları yerden kurtulmak için başlattığı büyük saldırı 21 Ağustosta geri püskürtüldü. Bu arada Türk birliklerine yedek güçlerin katılması da sürüyordu. Ağustos ayının son günlerinde düşman saldırılarının tümü başarısızlığa uğradı. Mustafa Kemal sonradan, Anafartalar (Suvla Körfezi) Cephesinde on bir tümen ve bir süvari tugayına komuta ettiğini söyleyecekti.[58] Aslında 19 Ağustosta Anafartalar Grubu iki kolorduya bölünmüş ve Mustafa Kemal'e bunlardan birinin, 16. Kolordunun komutası verilmişti. Ama aynı zamanda tüm Anafartalar Ordu Grubunun komutanlığını da yürütmekteydi.[59] Eylül ayının başlarında Suvla Körfezi çevresinde siper savaşı sürerken sinirler yeniden gerilmeye başladı. Liman von Sanders düzenli olarak, neredeyse her gün Mustafa Kemal'in karargâhını ziyaret ediyordu. Esat Paşa'nın kurmayı olarak Fahrettin'in (Altay) yerine Binbaşı Eggert'in getirilmesiyle, komuta yapısında Almanların söz sahibi olmaları pekiştirilmişti. Mustafa Kemal'in sorumluluğu altından bazı Türk birliklerini de Alınan subaylar yönetiyordu.[60] 20 Eylülde Mustafa Kemal hastalandı ve sıtmaya yakalandığından kuşkulanıldı.[61] Sağlığının bozulmasıyla hırçınlığı arttı. 24 Eylülde yarımadaya gelip Conkbayırı siperlerini dolaşan Enver Paşa'nın karargâhını ziyaret etmemesi bardağı taşıran son damla oldu. Mustafa Kemal durumu değerlendikten sonra 27 Eylül’de istifa etti. Liman von Sanders kararını değiştirmeye ikna etmek için ona Türk subayları gönderdi ama Mustafa Kemal vazgeçmedi.[62] Trakya ve Makedonya'da gözünü diktiği toprakların kendisine verilmesi sözünü bir türlü İtilaf devletlerinden alamayan Bulgar Kralı Ferdinand sonunda Almanya'nın yanında savaşa katılmaya karar verdi. Ağustos 1915'te Almanların Rusları ardı ardına yenilgiye uğratarak Varşova'yı ele geçirmeleri[63] karar vermesine yardımcı olurken, İtilaf devletlerinin Çanakkale'deki başarısızlıkları da, derhal tepki gösterecekleri korkusunu da hafifletmişti. Balkanlar'da yine bir harekat sahası açılıyordu, Mustafa Kemal Bulgarlara destek vermek için aceleyle toparlanan ordunun komutanlığına getirilmeyi umuyordu.[64] Bu arada Liman von Sanders, Mustafa Kemal ile Enver Paşa arasındaki soğukluğu gidermeye çabalıyordu. 30 Eylülde Enver paşa’ya yazdığı mektupta[65] Gelibolu Yarımadasının savunulmasında Mustafa Kemal'in gösterdiği başarıyı övüp, istifasının kabul edilmemesini istedi. Enver Paşa buna uyup Mustafa Kemal'e bir telgraf çekti: "Rahatsızlığınızı işittim. Müteessir oldum. Son defaki Çanakkale ziyaretimde muhtelif mevaziî (çeşitli mevzileri) görmek istediğimden, sizi ziyarete vaktim kalmamıştı. İnşallah yakında tamamen sıhhatinize kavuşur ve bugüne kadar olduğu gibi, kumanda ettiğiniz kıtaatın basında muvaffakiyetle vazife ifa eylersiniz." Mustafa Kemal'in başka tasarıları vardı. 4 Ekimde bir telgraf çekti: “Rahatsızlığımdan dolayı iltifat ve teveccühat-ı samilerine teşekkürat-ı mahsusa eylerim. Bendenizi ankarip (yakında) meydana gelmesi muhtemel olaylar için hazırlanan kuvvetin basında bulundurmanızı, zat-ı devletlerinize daha büyük hizmetler ifasına mazhariyetle taltif buyuracağınızdan eminim."[66] Ertesi gün Makedonya yerine Mustafa Kemal'e, General Townshend komutasındaki İngiliz birliklerinin Kutül-Amare'yi ele geçirip Bağdat'a baskı yaptıkları Mezopotamya'daki (Irak) ordunun komutanlığı önerildi. Mustafa Kemal, bütün Irak'ın genel valisi ve komutanı sıfatı verildiği ve kendi kurmay heyetini seçme olanağı tanındığı takdirde bu görevi kabul edeceğini bildirdi.[67] Anlaşılan bu görevi ya da bir benzerini bekliyordu ki, 11 Ekimde İstanbul'daki arkadaşı Salih'e (Bozok) bir mektup yazmıştı. “Karşımızdaki düşman artık bimecal (güçsüz) bir hale gelmiştir. İnşallah yakında kâmilen defedilir. Herhalde vatanımız bu cihetten emindir. Arkadaşların size söyledikleri şeyin henüz husul bulmamış olması cay-ı istigrabdır [şaşırtıcıdır]. Elbette istihkak kesp edilmiştir (göreve tayin hakkı kazanılmıştır). Bilirsin ki bizim maksudumuz vatana büyük bir mikyasta arz-ı hizmet eylemektir. Arkadaşların temenniyatı (dilekleri) maksud olan hizmeti ifa edebilecek maddi mertebedir. Tabii zamanı gelince. Kaderde varsa o da olur. Bir aralık canım sıkıldı. Tekaüt olup köşegüşin inziva olmayı (emekli olup bir köşeye çekilmeyi) de düşündüm. Olmadı.[68] Özellikle İstanbul'daki I. Ordunun komutanlığına atanan Esat Paşa'nın bölge-den ayrılmasından sonra Gelibolu'da Mustafa Kemal ile Liman von Sanders arasındaki ilişkiler gitgide bozuldu. Enver Paşa’nın 31 Ekimde Mustafa Kemal'in karargâhını ziyaret etmesi işleri daha da kötüye götürdü. Liman von Sanders, Bulgarların savaşa katılmasının ardından, 3 Ekimde itilaf kuvvetlerinin işgal ettiği Selanik'e Trakya’dan II. Ordunun kaydırılmasını önermişti. Mustafa Kemal bu planı Enver Paşa’ya tavsiye etmedi. Ayrıca İstanbul'daki karargâha, çevresinde yeterinden fazla Alınan subayın bulunduğundan şikâyet edip 11. Tümenin başına getirilen Alman subayını geri göndermiş olduğunu söyledi. Liman von Sanders, bundan böyle Anafartalar Grubuna bir tek Alman subay bile göndermeyeceğini söyleyerek karşılık verdi. Öte yandan Mustafa Kemal bir Alman subayının emirlerine itaat etmeyen bir Türk subayını askeri mahkemeye çıkarılmak üzere Liman von Sanders'e teslim etmeyi reddetti. Kendi askerlerinin İngilizlerin bulundukları noktalarda keşif yapma biçimini Liman von Sanders'in eleştirmesine de karşı çıktı. Binbaşı İzzettin 30 Kasımda, "Bu ahval iki kumandan arasında büyük bir suitefehhüm ve bürudet tevlit etmiş (yanlış anlaşmalara ve soğukluğa yol açmış) ve Kemal Bey'in raporlu olarak İstanbul'a gitmesine sebebiyet vermiştir[69]," notunu düştü. Havalar soğumaya başlayınca Mustafa Kemal kendine, ateş hattına yakın bir ev yaptırmıştı. Bir Türk subay yolların yetersizliğinden şikâyet edince Liman von Sanders de, "Kemal Bey villa yapacağına, yoları yaptırsaydı," yanıtını verdi. Bunun üzerine Binbaşı İzzettin, "Mareşal yine küçüklük gösterdi'," diye günlüğüne not aldı. 5 Aralık günü Liman von Sanders, Mustafa Kemal'e sağlık nedeniyle ayrılma izin raporu verdi. Mareşal ‘dahilen kızgın ve haricen mahcup bir vaziyet gösterdi.’ Sonunda Mustafa Kemal üç arkadaşı ile birlikte 10 Aralık’ta İstanbul'a doğru yola çıktı.[70] 19/20 Aralık tarihinde itilaf kuvvetlerinin Arıburnu-Anafartalar cephesini terk ettiği haberi geldiğinde Mustafa Kemal, arkadaşı Salih'le Beylerbeyi Sarayı'ndaydı. Ayrıntıları öğrenmek üzere hemen Harbiye Nazırlığına giderken arkadaşına, "Ben düşmanın çekileceğini anladığım için bir taarruz yapılmasını teklif etmiştim. Fakat benim bu teklifimi kabul etmediler. Bundan dolayı canım sıkıldı. Çok da yorgun olduğum için izin alarak İstanbul'a geldim. Eğer ben orada iken düşman şimdiki gibi çekilmiş olsaydı herhalde daha çok sıkılacaktım. Burada bulunmuş olmam benim için bir talih eseridir," dedi.[71] Bu önceden kestirim iddiasında indirim yapılsa bile, Mustafa Kemal’in Gelibolu'daki başarısı son derece somuttur, İtilaf devletlerinin çıkartma girişiminin yenilgiye uğratılmasında diğer Türk ve Alman komutanların da rolü büyüktü. Gerçi ordu komutanı Liman von Sanders’in tahminleri çoğunlukla yanlıştı, ama birlikleri gerekli noktalara yerleştirebilmişti. En az 90.000 askerin çarpışmalarda, 21.000’inin de hastalıktan öldüğü ve 100.000 yaralı, 64.000 sakat ve 10.000 kayıp askerin bulunduğu düşünülürse, Türklerin kaybının boyutları ortaya çıkar ve destek güçlerinin gönderilmesinin ve yerleştirilmesinin ne denli önemli olduğu anlaşılır. Bu açıdan 5. Ordu karargâhı başarıya ulaşmıştı. Onun komutası altında kuzeyde Esat Paşa, güneyde ise Cevat Paşa (kısa bir süre Vehip Paşa) ve Alman subayların katkısı da büyüktü. Kuzey bölgesinde Mustafa Kemal ateş hattının olağanüstü komutanı olarak öne çıkmıştı. Savunmanın başarısının Arıburnu'nda komutası altında görev yaptığı Esat Paşa’yla onun arasında paylaştırılması gerekir. Anafartalar'da ise, Mustafa Kemal tek başına İstanbul'u kurtarmamıştı, ama başkentin savunulmasına önemli katkıları olmuştu. Kişisel cesaretini ön plana çıkarıp ürkütücü koşullar altında çarpışan askerlerine esin kaynağı olmuştu. Hırsı dolayısıyla onunla birlikte çalışmak oldukça zordu ve Alman subayların işe karışmasından hoşlanmadığını hiç gizlememişti, ama yeteneklerinden hiç kimse kuşku duyamazdı.[72] Gelibolu Mustafa Kemal'in kariyerinin başlangıcı oldu. Önceleri kazandığı ün yalnızca Türk ordusunun şuurları içinde büyümeye başladı. Ününü bütün Türkiye'ye yaygınlaşması birkaç yılı alacaktı, çünkü Enver Paşa potansiyel rakiplerinin kendilerine taraftar toplamasına izin vermeye son derece kıskançtı. Çanakkale cephesinde birbirlerini çok iyi tanıma fırsatı bulan 3. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Fahrettin (Altay), cephede Mustafa Kemal’in konumu ve başarısını aktarırken: “Benim görüşüm şudur ki: Enver Mustafa Kemal’in kudretini takdir ediyor ve ondan savaş alanlarında faydalanmak istiyor. Ama onun karakterini kendi karakterine uygun bulmuyor ve onun parlayan yıldızının kendisini geçmesine meydan vermek istemiyor. Ona büyük ödevler, ordu komutanlığı veriyor lakin hiçbir vakit Hafız Hakkı, Mahmut Kamil, Ali İhsan, Halil, Nuri Paşalar gibi müstakil ordu komutanlığı vermiyordu.”[73] Çanakkale Savaşları Sırasında Basında Mustafa Kemal Albay Mustafa Kemal Bey ile ilgili tespit edilen fotoğrafların ilk ikisi “Çanakkale Daru’l-harbine Ait İntiba‘lar” altyazılı olarak 27 Ekim 1915 tarihli Donanma Mecmuası’nda yer almaktadır. Adı zikredilmeden ikisi küçük dördü büyük toplam altı fotoğraftan sayfaya yatık olarak basılmış ve alttan yarısını kaplayan iki fotoğrafın sağında kendi emrindeki 12 komutanla birlikteki fotoğrafı ile Anafartalar Grup Komutanlığı’nı uhdesine aldıktan sonra kendisine tahsisi edilen otomobilde çekilmiş fotoğrafı yer almaktadır.[74] 29 Ekim 1915 tarihli Tasvir-i Efkar gazetesinde sağdan itibaren sırasıyla “300 milyon İslam’ın İstanadgah ve İlticağahı Olan Makam-ı Hilafet-i ‘Uzma” altyazılı İstanbul’daki selatin camilerinden birinin 4x6 cm fotoğrafı; “Memleketin semavi-i nişane-i i‘tilasına şayan olan mücim ve imlalin muhafaza ve bir kat daha i‘la için bir seneden beri serhatlerimizde dünyanın en büyük üç devletine karşı tarih-i cihanda bir misli daha görülmemiş fedakarlıklarla harp eden ve bilhassa Çanakkale cephesinde taklib-i şuun-u alem edecek harik ve besalet ve hamiyet gösteren cünud-u mansure-i İslamiye’nin bir meyl-i zi celadeti” altyazılı ve arkasında şanlı Türk bayrağı önündeki kahraman Mehmetçik 8x12 cm boyutlu portre; “Muhafaza ve müdafaasında ‘uluvv-i fedakari sayesinde 300 milyon İslam’ın selamet ve rehası temi edilmiş olan Çanakkale Boğazı” altyazılı 4x6 cm boyutlu Çanakkale Boğazı ve Gelibolu Yarımadası’nın haritası; alt sağ köşede "Çanakkale muharebat-ı berriyesinde (kara savaşlarında) fevkalade (olağanüstü) yararlıkları görülen ve emr-i müdafaadaki iktidar ve maharetiyle bihakkın ihraz-ı şan ve şeref eyleyerek Boğazları ve makam-ı Hilafeti kurtaran kumandanlarımızdan celadet-i fıtriye ve havarik-i hamaset ile mümtaz Miralay Mustafa Kemal Beyefendi" altyazılı 4x4 cm bir yuvarlağın içinde portresi; “Çanakkale’yi muhacemat-ı bahriyeye karşı pek büyük iktidar ve maharetle müdafaa eden ve mefahir-i milliyemize 5 Mart (18 Mart 1915) muzafferiyetini ilave eden Mevki-i Müstahkem Kumandanı necabet-i fıtriye ile mümtaz Mirliva Cevat Paşa” altyazılı 4x4 cm bir yuvarlağın içinde portresi mevcuttur.[75] Sadi Borak, Mustafa Kemal’in yukarıdaki yayınlanan resminin yayımlanmasının öyküsünü uzu uzadıya anlatmaktadır: Yunus Nadi’nin başyazarı olduğu gazetede, bir yuvarlağın içine Cevat Paşa’nın, bir yuvarlağın içine de Atatürk’ün resmi konmuş, ancak sansür memuru Atatürk’ün resmini çıkarmış. Gazetenin yazı İşleri Müdürü Abidin Daver’in anlattığına göre yapılan itirazlar da fayda etmeyince gazete idaresi sansür memurunu oyuna getirerek, bir oldu-bitti ile Atatürk’ün resmini gazeteye basmış.[76] Tasvir-i Efkar gazetesinde yer alan Mustafa Kemal’in fotoğrafıyla ilgili olarak Sermet Atacanlı, “Sadi Borak’ın alıntıladığına göre (Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları, s. 76.)Abidin Daver şöyle anlatıyor: “Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’i fena halde kıskanıp çekemediğini söylemiştim ya. Paşa merhum bu resmi görünce küplere binmiş. İstihbarat Şube Müdürü de küplere binmiş. Evvele Sansür Zabitini üç gün hapsettiler, bizi de cepheye göndermek tehdidiyle müthiş haşladılar. Bereket versin ki Yunus Nadi Bey mebustu. Bu yüzden gazeteyi kapatmaktan çekindiler. Fakat sonra bir bahane icat ettiler, Tasvir-i Efkar’ı on gün müddetle kapattılar.”[77] 9 Aralık 1915 tarihli Donanma mecmuasında ‘Şen Satırlar’ adlı sayfasının ortasında ve sayfanın üçte birini kaplayacak şekilde Mustafa Kemal’in önde, ayan ve milletvekili grubunun arkada olduğu ve "Mebusan ve A‘yan heyeti bir tarassut mahallinde kumandanla beraber (Çanakkale’yi ziyaret eden ayan ve milletvekili grubu bir gözlem yerinde komutanla beraber)" alt yazısıyla isimsiz olarak verilen iki fotoğraftaki mevcuttur. Yine bir sonraki sayfa da ve sayfanın beşte dördünü kaplayan iki fotoğrafın ikincisinin Mustafa Kemal’in önde, ayan ve milletvekili grubunun arkada olduğu fotoğraf karesinin altyazısında “Çanakkale’yi ziyaret eden Ayan ve Mebusan Heyeti cephede” kaydı mevcuttur. [78] Harp Mecmuasında da Albay Mustafa Kemal’in bir fotoğrafı “Anafartalar Grubu Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Bey" altyazısı ile ikinci sayıda sayfayı üçte bir oranında kapsayacak şekilde verilmiştir.[79] Dördüncü sayının kapağında adının yazılmadığı Mustafa Kemal’in fotoğrafı "Çanakkale’de Kireçtepe’de, Büyüklüğüne Söz Bulunamayan Bir Levha-i Şehamet, Bizi Yükseltmek İçin Feda-yı Can Eden Mübarek Şehitler Yatağı” Kireç Tepe'deki küçük anıtın önünde bulunmaktadır.[80] Harp mecmuasında yayınlanan ikinci sayıdaki fotoğrafla ilgili olarak, Sermet Atacanlı, (Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam Mustafa Kemal (s. 251) adlı eseri referans göstererek) “Öte yandan Harbiye Nezaretince çıkarılan Harp Mecmuası’nın kapağında ‘Çanakkale Kahramanı’ olarak yayımlanması öngörülen Mustafa Kemal resminin Enver Paşa’nın emriyle baskı öncesi çıkarılarak yerine Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın resminin konulduğu da, pek çok kitapta yer almıştır. Söylendiğine göre Enver Paşa “muvaffakiyet askerindir, şahsı sivriltmeye lüzum yok” demiştir.[81] Servet-i Fünun kapağında "Anafartalar Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Bey ve Maiyeti" alt yazışı ile altı kişilik grup fotoğrafı verilmiştir.[82] BİBLİYOGRAFYA ATASE Arşivi; No. 6/9665, Kls. 4996, Dos. H-3, F. 1-1. ATASE Arşivi; No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-19. ATASE Arşivi; No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-5, 1-6.; ATASE Arşivi; No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-6. ATASE Arşivi; No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-9. ATASE Arşivi; No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-12, 1-22. ATASE Arşivi; No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-4, F. 2-19. Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri 1991. ATASE, Türk İstiklal Harbi'ne Katılan Tümen ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, Ankara 1989. Sansür Talimatnamesi, Matbaa-i Askeriye, İstanbul 1330. Esenkaya, Ahmet, Türk Basınında Çanakkale Muharebeleri (Kasım 1914-Şubat 1916), Hacettepe Üniversitesi Atatürk Ülkeleri ve İnkılâp tarihi Enstitüsü, Ankara 2003. Donanma , 27 Ekim 1915, 9 Aralık 1915 Hakimiyet-i Milliye Harp Mecmuası, Aralık 1915, Ocak 1915. Servet-i Fünun, 6 Ocak 1916. Takvim-i Vekayi’, 12 Mart 1331. Tasvir-i Efkar, 29 Ekim 1915 Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. I (1903-1915), 3. Basım, Kaynak Yayınları (Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama), İstanbul 2003. Altay, Fahrettin, On Yıl Savaş ve Sonrası, İstanbul 1925. Amca, Hasan, Doğmayan Hürriyet, İstanbul 1958, s. 34. Atacanlı, Sermet, Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları, 3. Baskı, MB Yayınevi, İstanbul 2007. Aydemir, Şevket Süreyya, Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa, C. III, s. 252-253. Belli, Şemsi Fikriye, Bilgi Yayınları, Ankara 1995. Borak, Sadi, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları, Kaynak Yayınları1983. s. 75. Bozok, Salih, Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Doğan Kitapçılık, İstanbul 2001. Çalışlar, İzzettin, Atatürk’le İki Buçuk Yıl, Yapı Kredi Bankası Yay., İstanbul 1993. Erikan, Celal, Komutan Atatürk, Ankara 1972. Ertuğ,Hasan Refik, Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, İstanbul 1970. İğdemir, Uluğ, Atatürk’ün Yaşamı ( 1881-1918), C. I, TTK Yayınları, Ankara 1980. Kabacalı, Alpay Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, İstanbul 1990. Kayacan, İsa, Basınımızın Anadolu Cephesi, Ankara 1977. Mango, Andrew, Atatürk, (Ter: Füsun Doruker)Remzi Kitabevi, İstanbul 2007 Özverim Melda, Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü: Bir Dostluğun Öyküsü, Milliyet yayınları 1998. Şapolyo, Enver Behnan, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü İle Basın, Ankara 1976. Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, Berkalp yayınları, Ankara 1944. Ünaydın, Ruşen Eşref 1918 von Sander, Liman, Türkiye’de Beş Sene, Matbaa-i Askeriye, İstanbul 1337. AnaBritanica, Ana Yayıncılık, İstanbul 1986-1990. Koloğlu, Orhan, “Osmanlı Basını: İçeriği ve Rejimi”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklope-disi, İletişim Yayınları, C. 1, İstanbul 1991, s.94-95. ----------------------- [1] Alpay Kabacalı, Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, İstanbul 1990, s.94. [2] Hasan Refik Ertuğ, Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, İstanbul 1970, s.205. [3]Orhan Koloğlu, “Osmanlı Basını: İçeriği ve Rejimi”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklope-disi, İletişim Yayınları, C. 1, İstanbul 1991, s.94-95. [4] Hasan Amca, Doğmayan Hürriyet, İstanbul 1958, s. 34. [5] Bkz. Enver Behnan Şapolyo, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü İle Basın, Ankara 1976. [6] Amca, a.g.e., s.3 9. [7] Dönemin bütün basını için geçerlidir. Bkz.: Ahmet Esenkaya, Türk Basınında Çanakkale Muhare-beleri (Kasım 1914-Şubat 1916), Hacettepe Üniversitesi Atatürk Ülkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 2003. [8] 1914’ün Temmuz ve Ağustos ayları içerisinde basında bu emirler yayınlandığı gibi, matbuat ve basın-yayın tarihleri ile ilgili eserlerde de yer almaktadır. Kabacalı, a.g.e., s. 94 [9] Gös. Yer. [10] A.g.e., s. 95. [11] Sansür Talimatnamesi, Matbaa-i Askeriye, İstanbul 1330, s.16. [12] A.g.e., s. 17 [13] Takvim-i Vekayi’, 12 Mart 1331, s. 1 [14] Bu duruma İzmir’de münteşir Ahenk Gazetesi en çarpıcı örneklerden birini teşkil eder. Temmuz 1914’e kadar 36x53 cm ebadıyla çıkan bu günlük gazete o tarihten sonra çoğu zaman 27x37 cm olarak neşredilebilmiştir. [15] İsa Kayacan, Basınımızın Anadolu Cephesi, Ankara 1977, s.13-14 [16] Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. I (1903-1915), 3. Basım, Kaynak Yayınları (Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama), İstanbul 2003, s. 281. [17]ATASE Arşivi; No. 1/1666, Kls. 4618, Dos. 43, F. 71; ATASE Arşivi; No. 6/9665, Kls. 4996, Dos. H-3, F. 1-1.; Mustafa Kemal'in 7 Mart 1915 tarihinde Müstahkem Mevkii Kumandanlığına yazdığı rapor (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. I, s. 210). 25 Aralık 1916'da Osmanlı Genelkurmayı’nın Askeri Tarih bölümüne gönderdiği yazıda, başkalarına örnek olması için Mehmet Çavuş'a derhal madalya verilmesini istediğini belirtiyor. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. I, s. 282). [18] ATASE Arşivi; No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-19.; İğdemir, a.g.e. s. 37. [19] A.g.e., 38. [20] ATASE Arşivi; No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-5, 1-6.; Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Sene, Matbaa-i Askeriye, İstanbul 1337, s. 54. [21] ATASE Arşivi; No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-6.; ATASE Arşivi; No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-9. [22] İğdemir, a.g.e. s. 37. [23] İzzettin Çalışlar, Atatürk’le İki Buçuk Yıl, Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul 1993, s. 34. [24] Celal Erikan, Komutan Atatürk, Ankara 1972 s.117 tarafından alıntı: Ankara'da, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 10 Nisan 1926'da yayınlanan Mustafa Kemal'in anılarından derlenmiştir. [25] ATASE Arşivi; No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-12, 1-22; ATASE Arşivi; No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-4, F. 2-19. [26] Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Yayına Hazırlayan: Uluğ İğdemir, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI, Seri Sa. 8 Ankara 1968, s. 8. [27] Mustafa Kemal'in daha sonraki raporlarına dayanan çarpışmanın ayrıntıları Erikan, a.g.e., 128 v.d. [28] İğdemir, a.g.e., s. 39. [29] Mustafa Kemal'in 3. Kolordu karargahına 26 Nisan 1915 tarihli raporu (Atatürk'ün Bütün Eserleri, I, 214); Çalışlar, a.g.e., 34, not 23; İsmet Görgülü, “Atatürk’ün ‘Arıburnu Muharebeleri Raporu’ ve ‘Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe’ Adlı eserlerinde Yer Almayan Emir ve Raporlarından Bir Demet”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.VII, S. 19, Kasım, Ankara 1990, s.95. [30] Çalışlar a.g.e., s. 35. [31] Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, Eylem Yayınları, İstanbul 2008, s. 95. Mustafa Kemal ile Kurmay Başkanı İzzettin Çalışlar bir sel yarıntısında ayaklı bir dürbünle düşman hatlarını gözetliyorlardı… İhtiyaçlarını sordum. Ayrılıyorduk. “Karargâhınız hep burada mı kalacaktır' Buranın ismi nedir' Mustafa Kemal biraz düşündü: “Evet burada kalacağız. Ama sel yarıntılarının ismi mi olur'” (Bunları derken gülümsüyordu.) “Olur…olur…Mesela ‘Kemalyeri’ olur…” Hoşlandı. [32] Çalışlar, a.g.e., s. 37. [33] Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. I, s. 218; Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa, C. III, Remzi yayınları İstanbul 1972, s. 252-253. [34] A.g.e., s. 244; Çalışlar, a.g.e., s. 37. [35] Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.I, s. 369-371. [36] Çalışlar, a.g.e., s. 39. [37] A.g.e.,40 [38] Der: Sadi Borak, Atatürk’ün Özel Mektupları, 4. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 1998, s.72; Şemsi Belli, Fikriye, Bilgi Yayınları, Ankara 1995 s. 43. [39] Borak, Mektup, s. 62; Melda Özverim, Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü: Bir Dostluğun Öyküsü, Milliyet Yayınları 1998, s. 52-3. [40] İğdemir, a.g.e., s. 46-52. [41] Çalışlar, a.g.e., s. 43. [42] A.g.e,41. [43] A.g.e. 44. [44] Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.I. s. 389-396 [45] Çalışlar, a.g.e., s. 48. [46] Borak, Mektup, s. 66; Özverim, a.g.e., s. 56-57. [47] Liman von Sanders, a.g.e., s. 77-9. [48] İğdemir, a.g.e., s. 53-54. [49] Erikan, a.g.e., s. 152; Altay, a.g.e., s. 107. [50] İğdemir, a.g.e., s. 58. [51] Liman von Sanders, a.g.e., s. 82. [52] Erikan, a.g.e., s. 156. [53] Çalışlar, a.g.e., s. 51. [54] Liman von Sanders, a.g.e., s. 87. [55] Şapolyo, a.g.e., s. 116. [56] Çalışlar, a.g.e., s. 50-1. [57] Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. I, s. 447; Erikan, a.g.e., s. 171-172. [58] Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri 1991, s.. 10-11. [59] ATASE, Türk İstiklal Harbi'ne Katılan Tümen ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, Ankara 1989, s.54; İzzettin Çalışlar, grubun 24 Ağustos 1915 tarihinde İki kolorduya bölündüğünü açıklıyor. Mustafa Kemal'in Anafartalar Grubunun tüm komutasını elinde bulundurduğu, 4 Ekim 1915 tarihinde Enver'e yazdığı mektupla teyit ediliyor. Mektubun altındaki imza, "Anafartalar Grubu Kumandanı, Albay M. Kemal" biçiminde, (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. I, s. 271). [60] İzzettin Çalışlar günlüğüne, Liman von Sanders'in 12. Tümen Komutanı Selahattin Adil'den memnun olmadığını ve yerine Alınan Albay Heuck'ü getirdiğini not etmiş (s. 56). Başka bir Alman, Albay Nicolai ise Anafartalar Grubunun 2. Kolordu Komutan Vekilliğine atanmış (s. 54). [61] Çalışlar, a.g.e., s. 57. [62] A.g.e,58; Uluğ İğdemir, “Atatürk’ün Anafartalar Grubu Komutanlığından İstifa Belgeleri”, Belleten, S. 128, Ekim, Ankara 1968, s. 473; Borak, Mektup, s. 173. [63] Anderson, a.g.e., s. 327-9. [64] Andrew Mango, Atatürk, Modern Türkiye’nin Kurucusu (Ter: Füsun Doruker), 3. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2007, s.188. [65] Metin için, İğdemir, a.g.e., s. 75. [66] İki telgrafın metni için, Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver Paşa, C. III, s. 263; Mustafa Kemal'in (doğru tarihli) yanıtı için, Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. l, s. 271 [67] Çalışlar a.g.e., s. 59 [68] Salih Bozok, Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Doğan Kitapçılık, İstanbul 2001, s. 176; Atatürk'ün Bütün Eserleri. C.I, a.g.e., s. 272. [69] Çalışlar, a.g.e., s. 65. [70] A.g.e, 66. [71] Bozok, a.g.e., s. 77. [72] Mango, a.g.e., s.197. [73] Altay, a.g.e. s. 118. [74] Donanma, 27 Ekim 1915, s.1017. Donanma'nın fotoğrafçıları Yusuf Ziya/Razi ve İzzet Fikret'tir. [75] Tasvir-i Efkar, 29 Ekim 1915, s.l; Tevhid-i Efkar (Tasvir-i Efkar), Müstakil’ül-Efkar Osmanlı Gazetesi. Müessis ve Müdürü: Ebuzziya Tevfik. Müdir-i Mes’ul: Mehmet Agah, Ebuzziyazade Talha, Hayri Muhittin. Sermuharriri: Ebuzziyazade Velid Bey. İstanbul 1909- 1925. [76] Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları, Kaynak Yayınları1983. s. 75. [77] Sermet Atacanlı, Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları, 3. Baskı, MB Yayınevi, İstanbul 2007, s. 135. [78] Donanma, 9 Aralık 1915, s. 1125-1126; Donanma (Mecmuası) 1330- 1335 İstanbul, Donanma cemiyetinin haftalık gazetesidir. Donanma hayattır, istikbalimiz denizlerdedir. Sahibi: Donanma-i Osmani Muaveneti milliye cemiyeti Merkez-i Umumisi. [79] Harp Mecmuası, Aralık 1915, S.2, s.22; Harp Mecmuası, Asker ve muharebeden bahseder risale-i musavvere. İstanbul Teşrin-i Sani 1330- Haziran 1334. Diğer dergiler yanında Harp Mecmuasını özel kılan tarafı çok fazla görsel malzeme içermesidir. Dergi kısaca gözden geçirilince iki işlevinin olduğu hemen anlaşılır: birincisi, propaganda teknik ve üslubu ile halkın hamaset duygularını görsel malzeme, coşkulu şekilde kaleme alınmış nesirler ve şiirler sunmak, ikincisi de cephedeki gelişmeleri olanca coşkusuyla okuyucusuyla paylaşmaktır. Harp Mecmuası zamanın Harbiye Nezareti tarafından yayınlanmıştır. Mecmuanın ilk sayısı Teşrin-i Sani 1331 (Kasım 1915) tarihinde çıkmıştır. On beş günde bir yayımlanan mecmua yayın hayatını Haziran 1334/1918'e kadar sürdürmüştür. Görsel yönü ön planda olan Harp Mecmuası fotoğraf açısından oldukça zengindir. Kapak fotoğrafından başka mecmuanın hemen her sayfasında bir veya birkaç fotoğraf bulunmaktadır. Çoğu değişik cephelere ait olup her biri bir film şeridi gibi cephelerin manzarasını okuyucunun gözü önüne getirmektedir. Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren cephenin fotoğraflarla, yazılarla, şiirlerle, anılarla havasını bu dergi yansıtmış. Dergide şehit subayların bazılarının, ‘yaşayan ölüler' veya ‘mübarek şehitlerimiz' başlığı altında fotoğrafları var. Harp Mecmuası, yazılar, büyük ölçüde savaşın sebep olduğu kızgın bir ruh halini yansıtıyor. [80] Harp Mecmuası, Ocak 1915, S. 4, s.49 (kapak) [81] Atacanlı, a.g.e., s. 135. [82] Servet-i Fünun, 6 Ocak 1916, No, 1281 (kapak); Servet-i Fünun, Menafi-i mülk-i devlete hadim, edebiyat, fünun, sanayi, teracim-i ahval, seyahat, roman ve saireden bahseder musavver Osmanlı gazetesidir. Müessisi, muharrir ve müdürü: Ahmet İhsan. İstanbul 1307-1928; Servet-i Fünun, Musavver haftalık Servet-i Fünun gazetesinin fevkalade neşr eylediği yevmi akşam nüshası. Müdürü: İsmail Subhi. Sermuharrir: Ahmet İhsan, Mahmut Sadık. İstanbul 1307-1332.
上一篇:Musumeci_Capital_Management 下一篇:Miss